Tarihte çağlar isimlerini sonradan almışladır. Fatih Sultan Mehmet yeni bir çağa girdiğini bilmiyordu bizler de bilmiyoruz ama hissediyoruz. Şu an yaşamakta olduğumuz çağın ismini bizden sonraki nesiller belirleyecek. Belki uzay çağı, belki bilgi çağı belki de dijital çağ.
Giderek hızlanan bir teknoloji akımı içerisinde birlikte yaşıyoruz. Birçoğumuzun bildiği bir hikayedir, satrancı ile bulan kişiyi onurlandırmak için kral ne dilediğini sorar. Usta satranç tahtasındaki ilk kareye 1 adet buğday tanesi koyar ve her karede bunun 2 katını vermesini diler. Kral bunu önce hakaret kabul etse de sonrasında bunun imkansız bir meblağa dönüştüğünü görür. 64. kareye gelindiğinde toplamda 2000 yılındaki dünya buğday üretiminin 2000 katını vermesi gerekecektir. Intel’in kurucularından Gordon Moore’un dediği gibi teknoloji de kendini sürekli olarak ikiye katlamakta ve bu katlama aralığı ise giderek azalmakta.
1970’li yıllarda 10bin’den az olan bir işlemcideki transistör sayısı 40 yılda 10 milyarı aştı.
5G teknolojilerinin kapımıza dayandığı bu günlerde dijitalleşme ile pazar sınırları ortadan kalkmak üzere.
Yukarıda anlatılanların ışığında insanlık tarihine bakarsak aslında bu tür büyük değişimlerin yaşanmış olduğunu görebiliyoruz. Gerek kitaptan alıntılarla gerekse kendi eklemelerimle şu örnekleri verebiliriz:
Mesela Türk akınlarının tarih boyunca Çin üzerinden Avrupa içlerine kadar uzanmasındaki en büyük etkenlerden birisi de atların kullanımıdır. Bu akınlar genelde savaş nedeni olsa da kültür değişimini de tetiklemiştir. Bunun devamında barut, pusula ve kağıdın Avrupa tarafından öğrenilmesi ve sonunda da Amerika’nın keşfi.
Daha önceki bloglarımda “Neden Amerika’yı Avrupalılar keşfetti de, Amerikalılar Avrupa’yı keşfedemedi?” konusuna bakmış idik. Bunun çoğrafi bazı nedenleri olsa da teknolojiyi daha önce kullanmaya başlayan Avrupalılar keşiflerde de öne çıktı. En azından ilk karşılaşmalarda bir tarafın elinde tüfekler, zırhlar, okyanusu aşacak bilgileri varken diğer tarafta ok ve yay vardı.
Son olarak benzer gelişimi buhar gücü ve elektriğin kullanımda yaşadık. Sanayi devrimi ile bir anda büyük bir değişimin içinde bulduk kendimizi ve dünya farklı noktalara savruldu. Ama her zaman teknolojiyi ilk kullanan fersah fersah önce geçti.
Peki yukarıdaki grafiklere bir kere daha bakarsak, teknolojinin çok kısa aralıklar ile kendisini katladığı bir zaman diliminde bizler firmalarımızla ve çok daha önemlisi ülke olarak ne yapacağız?
Tabii ki dijitalleşeceğiz. Matbaaya uzun zaman direndik, sanayi devrimini ıskaladık ve her ikisinin de cezasını çektik. Şimdi 5G kapımıza dayandı, yüksek işlem(transaction) gücü ile birlikte globalleşmeye mecburuz. Evet tüm dünyaya erişebiliriz ama tüm dünyada bize erişebilir. Doğru dijitalleşebiliyor muyuz? Benim şahsi fikrim ve kendi deneyimlerime göre HAYIR.
Aslında varılması gereken nokta bu şekilde ama gene de bu tür grafikleri paylaşırken çekiniyorum. Zira ülkemizde şu şekilde bir yaklaşım var: Örneğin Analitik olmaz ise olmaz. Dijitalleşme ile birleştirerek bu konuyu hemen bir ürün ile çözeceğimizi düşünüyoruz. Bunun sonucu olarak gereksiz ama bir o kadar da büyük lisan bedelleri, zaman ve emek harcamalarından sonra sonuca varılamamış ama bir şekilde de yaşatılan projelerimiz oluyor. Analitik öncesinde verimizin kalitesi (tutarlılığı, tekilliği, sadeliği…) ve tabii güvenliği kısaca yönetişimi (data governance) konularını çözmeden hemen bir ürün short-list oluşturup konuyu kafamızda kapatıyoruz.
Peki bu yolculukta atacağınız adımlar neler? :
- Hedef ve Değerlerinizi ortaya çıkarın
- Rekabetçi bir dünyaya giriyoruz. Rekabet gücünüzü arttıracak noktalarınıza odaklanın
- Dijital olgunluğunuzu ölçün.
- Zayıf yönlerinizi geliştirecek dijital çözümlere öncelik vererek doğru dijitalleşin. Doğru dijitalleşme için tabii öncelikle ürün satış gayesinden uzak danışmanlarla çalışın
- Yol Haritanızı oluşturun
- Dijital bir topluma hizmet vereceğinizi unutmayın
- Ve bu adımları gerek gördükçe tekrarlayın.